11 Aralık 2010 Cumartesi

'Katil' ve 'maktul'...

Text Size : [+] | [-]
     Annesinin rahatsızlığı başka bir şehirde yaşayan ablasını ziyarete gittiklerinde başladı. Her gün karın ağrısıyla uyanan annesine doktor 'karın fıtığı' teşhisi koydu ve ''çok ilerlemiş, hemen ameliyat olması lazım.'' dedi. Ameliyatın, annesiyle birlikte yaşadığı büyükşehirde yapılmasına karar verdiler ve onları yalnız bırakmak istemeyen ablasıyla birlikte yola çıktılar.
     Şehrin önemli üniversite hastanelerinden birinden randevu alındı. Oradaki muayene sonucu da aynıydı; Annesinin acil olarak ameliyat olması gerekiyordu. O hastanenin ve o ameliyatın hayatını nasıl değiştireceğini bilmiyordu henüz. Sonuçta en fazla bir saat sürecek basit bir fıtık ameliyatı idi. 
     Öyle olmadı ama... Tam üç saat sonra açıldı ameliyathanenin kapısı. Genç cerrah yüzünde garip bir ifadeyle geldi yanlarına ve ''anneniz şu anda yoğun bakımda. lütfen odamda konuşalım'' dedi. Onun, ''bir terslik mi var doktor bey?'' sorusuna cerrahın verdiği cevap, endişelerini artırdı; ''Aslında ameliyat başarılı geçti. Anneniz fıtıktan kurtuldu ama çok daha ciddi bir sorunla karşı karşıyayız''.
     Ablası ve eniştesi ile birlikte girdiler odaya. Doktor üzgün bir ifade ile oturmaları için yer gösterirken, ''anlatacaklarımın sizi ne kadar üzeceğini biliyorum ama lütfen beni dinlerken sakin olmaya çalışın'' diyerek başladı sözlerine; Evet, başarılı bir fıtık ameliyatı idi ama uzun sürmesinin nedeni, ameliyatın sonunda, sıra dikişe geldiğinde farkettikleri  'tümörler'di. Operasyonun bu aşamasından sonra iki cerrah arkadaşı daha ameliyata katılmış, tümörlerin müdahele edilemeyecek bir bölgede olduğuna karar vermişlerdi. Anneleri, adı tıp dilinde, ''mezatoliama' olan 'karın zarı kanseri ''  ne yakalanmıştı. Çok tehlikeli bir kanser türüydü ve tedavisi yoktu. Hıçkırarak, ''annem henüz 55 yaşında doktor bey'' diye fısıldadı. Onların üzüntüsünü gören genç doktorun, annesinin en fazla altı ay yaşayabileceğini söylemekten vazgeçtiğini sonradan öğrendi.
     28 yıllık hayatının en zor, en acı dönemi başlamıştı. Moral çok önemli idi bu hastalıkta. Onun için hastalığını annesinden gizlemeye karar verdiler. Bu zor dönemde hep yanlarında olan genç doktorun da desteğiyle, kendisini giderek daha kötü ve güçsüz hisseden annesine, tedavisi mümkün olan başka bir hastalığı olduğunu ve yakında iyileşeceğini söylediler. Annesi buna kemoterapi tedavisi başlayana kadar inandı. Kemoterapiyle birlikte saçları dökülmeye başladığında hastalık hızla ilerledi. Çünkü, artık kanser olduğunu anlamış ve morali sıfırlanmıştı.
     Doktorun söylediği gibi altı ay sonra değil ama 11 ay sonra kaybetti annesini. Ablası evlenip başka bir şehire taşındıktan sonra annesiyle yaşadığı evde tek başına kalmıştı artık. Ameliyattan sonraki 11 ay boyunca onları hiç yalnız bırakmayan genç cerrahın kendisine karşı olan ilgisini, çok sonra, acısı hafiflemeye başladığında farketti.
     Doğum gününde, elinde bir buket çiçekle işyerine geldiğinde çok etkilendi ama onu sevmeye başlaması,  doğum gününü nerden bildiği sorusuna verdiği cevapla oldu; Annesinin hastanedeki ilk günlerinde ona moral olsun diye doğum gününü hastane odasında kutlamışlar ve genç doktor o tarihi unutmamıştı.
     Artık yalnız değildi... Birbirlerini tanımak ve evlenmeye karar vermek için bir yıl yetti onlara. Üç ay süren nişanlılık döneminden sonra sade bir nikahla evlendiler. Herkesin imrenerek baktığı, birbirini seven ve çok iyi anlaşan örnek bir çift oldular. Oğlunun doğumu onları birbirlerine daha çok bağladı. Hayatın onu, annesinin hastalığı ve ölümü nedeniyle çektiği acılara karşılık olarak eşi ve oğluyla ödüllendirdiğini düşündü hep.
     Oğlu 10 yaşına geldiğinde eşi, hastaneden ayrılıp muayenehane açtı. Artık çalışma saatleri belli değildi... Çok çalışıyor, çok yoruluyor ve ailesine daha az vakit ayırabiliyordu. Eşinin eve geç gelmelerini hiç sorun etmedi... Kocası mesleğini çok seven, başarılı bir doktordu ve o, bunu bilerek evlenmişti onunla. Eşi gece-gündüz çalışırken, onun emeklilik zamanı geldi. 12 yaşına gelen ve babasıyla çok az vakit geçirebilen oğluyla daha çok ilgilenebilmek emekli oldu ve iş hayatını bitirdi. Oysa, oğluyla geçireceği zaman yoktu artık!
     O gün Cumartesi olmasına rağmen eşi muayenehanedeydi.  Oğluyla sinemaya gitmeyi düşünürken, eşinin çok sevdiği kardeşi ve yine çok sevdiği karısı yemeğe davet etti. Oğlunun da yaşıtı olan kuzeniyle ne kadar iyi anlaştığını bildiğinden, sevinerek kabul etti daveti. Eşini arayarak işi bitince oraya gelmesini istedikten sonra oğluyla birlikte çıktı evden.
     Bağlı oldukları ilçenin emniyet müdürü olan kayınbiraderi ve eşiyle sohbet ederken oğlu da kuzeninin odasındaydı. Akşam eşi de geldikten sonra yemeğe oturulmak üzereyken, bir silah sesiyle irkildi hepsi. Ses, çocukların odasından gelmişti... Oğlunun ismini haykırarak önce o koştu odaya. Kapıyı açtığında gördüğü manzara, o geceden sonraki hayatı boyunca, her gece gördüğü bir kabus olarak çıktı karşısına; Oğlu, bir kan gölünün ortasında hareketsiz yatıyor, kuzeni elinde tabanca, dehşetle açılmış gözlerle ona bakıyordu.
     O andan itibaren hiç çıkamadığı karanlık bir tünele girdi. Oğlu, son nefesini, eşinin eski hastanesinde, annesini kaybettiği hastanede verdi. Ölüm haberini kocasından aldı... Oğlunun ölümüne neden olan kuzen, ağlayarak ve titreyerek anlattı olayı; Babasının tabancasını göstermek istemiş, boş sanmış, eli de tetiğe gidince ne olduğunu anlamamıştı. O da birşey anlamadı... Hiçbir şey anlayacak durumda değildi... Anladığı tek şey, bir kaza sonucu, birbirlerini kardeş gibi seven iki kuzenden biri 'katil', diğeri 'maktul' olmuştu... Ve tek evladı, herşeyi, oğlu yoktu artık.  
Tweet This

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder