25 Kasım 2010 Perşembe

''Affetmiyorum''!...

Text Size : [+] | [-]
Altı yaşındaki her çocuk gibi onun da tek istediği sevilmek, ilgi görmek, belki biraz da şımartılmaktı. Bunların hepsini bulabildiği tek yerse halasının eviydi. Halası ve eniştesi onu çok seviyor, anne ve babasından görmediği yakınlığı gösteriyorlardı. O sabah da sık sık yaptığı gibi annesinden izin alıp karşı evdeki halasına gitmek üzere evden çıktı. Kendisinden bir yaş küçük olan kuzeni onu bekliyordu. Onlar evcilik oynarken, halası, ''ben biraz sonra geleceğim, uslu uslu oynayın'' diyerek çıktı evden. Oturma odasında gazete okuyan eniştesi onu çağırınca koşarak gitti yanına. Bakışları tuhaf mıydı eniştesinin ona mı öyle gelmişti? Kucağına aldı onu... Her zamanki gibi yanağına bir öpücük kondurup bırakacağını sandı. Ama hayır... Bu kez farklıydı. 6 yaşındaki bir çocuğun bile anlayabileceği kadar farklıydı. Soluk alması sıklaşan ve tuhaf sesler çıkartan eniştesinin yaptıkları onu o kadar korkuttu ki ağlamaya başladı. Çırpınarak kendini yere attı... Koşarak çıktı odadan... Sokak kapısını açmaya çalışırken, arkasından gelen eniştesi, omuzlarından sertçe tuttu ve  gözlerindeki -hayatı boyunca unutmadığı-  o korkunç ifadeyle, "bunları bir tek kişiye bile anlattığını duyarsam seni öldürürüm" dedi.
     Çok korktu... Öyle çok korktu ki, anlatamadı... O gün yaşadıklarını da eniştesinin kızkardeşi ortaokula başladığında ona da yaptığı tacizleri de  kimseye söyleyemedi. Kardeşini aldı karşısına ve ''bundan sonra o eve gitmeyeceğiz ve eniştem gelirse de yanına çıkmayacağız... Küçük kardeşimizi de biz koruyacağız ondan'' dedi. Ailesinden yardım istememesinde, anne ve babasının onu ve kardeşlerini sevmediği düşüncesi rol oynadı asıl. Söylerse, ona değil, eniştesine inanacaklarını düşündü.
     Babası, sert mizaçlı, otoriter bir adamdı. Onların evinde babanın dediği olur, babanın yanında konuşulmaz, gülünmezdi. Babası, onu ve iki kızkardeşini bir kez bile öpmemiş, bir kez bile sarılmamıştı. 15 yaşında evlenip, 16 yaşında ilk çocuğunu doğuran annesi ise, kocasının sözünden çıkmayan, pasif bir kadındı. Aile içi şiddetin olduğu bir evde büyümüş,  sevmeden evlenmiş, çocukluğunu yaşayamadan, çocuk yaşta anne olmuştu. Ona göre, bütün bu yaşadıkları ya da yaşayamadıkları annesini sevgisiz bir insan yapmıştı. En büyük korkusu, onun gibi sevgisiz bir insan olmaktı... Ama olmadı... Kardeşlerini o kadar çok sevdi öyle çok ilgilendi ki, bu, onların da sevgi dolu birer insan olarak yetişmelerini sağladı. Ama kendisinin de iki kızkardeşinin de anne ve babası tarafından sevilmediğine inanmaktan hiç vazgeçmedi ve  içinde, ikisine de öfke biriktirerek büyüdü.
     Liseyi bitirmiş, üniversiteyi kazanamamıştı. İnşaat malzemeleri satan babasının yanında çalışmaya başladı. Babasıyla hem evde hem işte birlikte olmayı hiç istemese de babası başka bir yerde çalışmasına izin vermedi. Zaten babasına göre, artık evlenme çağına gelmişti. Bir gün, dükkan komşusunun oğlunun onunla evlenmek istediğini, kendisinin de buna izin verdiğini söyledi. Aileler birbirine uygundu ve bu da babası için yeterli bir sebepti.
     Ne olduğunu anlamadan sevgisiz bir evliliğin içinde buldu kendini. Eşini sevebilmek ve kendisini sevdirebilmek için elinden geleni yaptı ama olmadı. Hamile olduğunu öğrendiğinde sevinmesi mi üzülmesi mi gerektiğine karar veremedi. Kocasıyla birbirlerine o kadar uzaktılar ve öyle çok tartışıyorlardı ki, çocuğunu bu ortamda büyütemezdi. Aldırmak istedi. ''Ne yaparsan yap... git aldır'' diyen eşine ''yalnız gidemem'' dediğinde aldığı cevabı hayatı boyunca unutmadı: ''Kimden hamile kaldıysan, onunla git''!...
     Herşeye rağmen doğurmaya karar verdi. Canından bir parçaydı o... kıyamazdı. Doktorun erkek olacağını söylemesine rağmen, içinde hep kızı olacağına dair bir his vardı. Hisleri yanıltmadı onu... Kızıyla birlikte hastaneden çıkıp eve döndüğünde öyle mutluydu ki, adeta yenilenmiş gibi hissediyordu kendisini. Ama eşi aynıydı... Sadece ona değil, kızına da soğuk ve ilgisizdi.
     Kızı 52 günlükken çıkan büyük kavganın ardından eşi ayrılmak istediğini söyledi.O evi terketmek için hazırlanırken, eşinin kılı kıpırdamadı... Kızıyla birlikte kapıdan çıkarken, kızının babası, ayaklarını uzatmış televizyon izliyordu. Babaevinde onu nelerin beklediğini az-çok tahmin etse de bu onu hiç korkutmadı... Kendisini öyle güçlü hissediyordu ki... Bu cesareti, o soğuk kış gününde üşümesin diye sıkı sıkı sarıldığı kızından aldığını biliyordu.
     Annesi ve babasıyla aynı evde yaşamak ona göre bir kabus gibiydi... Bir an önce birşeyler yapmalı ve kurtulmalıydı bu evden. İşe girdi ve evden ayrıldı. Babasının bir yıl boyunca hiç aramadığı kızıyla birlikte yeni bir hayata başladı.
     Kızı sekiz yaşına geldiğinde ikinci eşi çıktı karşısına. Almanya'da yaşayan kızkardeşinin aracılığıyla tanıştığı bu genç adamın iyi bir eş, iyi bir baba olacağına inandı. Çünkü, o da kötü bir evlilik yaşamıştı ve daha da önemlisi bir babaydı. Kimsenin baskısı olmadan, tanıyarak, isteyerek, severek evlendi ikinci eşiyle. Bu kez mutlu olacağından emindi. Kulağına o çirkin söylentiler gelene kadar mutluydu da... Eşinin yengesiyle yani ağabeyinin karısıyla ilişkisi olduğuna dair söylentilere inanmadı önce. Ama sonradan gözleriyle gördükleri, yaşadığı hayal kırıklıklarına birini daha ekledi. Hiç düşünmeden bitirdi evliliğini...
     Şimdi kızıyla birlikte hayata tutunmaya çalışıyor. Bu satırların yazarının arkadaşı o. Ve kendi hikayesinin şu sözlerle bitmesini istiyor: ''Yaşadıklarımın ve acılarımın tek suçlusu annem ve babam. Ben ve kardeşlerim onların sevgisizliği yüzünden korkak ve kendine güveni olmayan bireyler olduk. Annemi ve babamı asla affetmiyorum ve kızımı büyütürken onları asla örnek almıyorum''! 
Tweet This

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder