3 Aralık 2010 Cuma

''Doğum günüme gelir misiniz''?...

Text Size : [+] | [-]
     Annesi odasına girip, ''hadi bakalım kalk artık, okula geç kalacaksın'' dediğinde, okulun son günü olduğunu düşünüp neşeyle açtı gözlerini. Üstelik doğum günüydü o gün. ''Günaydın anneciğim'' deyip, kocaman bir ''iyi ki doğdun'' öpücüğü beklerken, annesi ''kahvaltı hazır, acele et'' diyerek çıktı odadan. Unutmuş muydu yoksa doğum gününü... Ama bu mümkün değildi. 12 yıldır hiç unutulmamış, adeta bir ''bayram'' gibi kutlanmıştı onun doğum günleri. Çünkü,  anne ve babası onu tam 15 yıl beklemiş ve ona kavuştukları günü, ''bayram'' ilan etmişlerdi.
     Hem üzgün hem de şaşkındı kahvaltıya oturduğunda... Annesi hala hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu. Babasını görünce gözleri parladı. O unutmazdı ''biricik kızı'nın doğum gününü. ''Eeee... bugün büyük gün... ne hissediyorsun?'' diye söze başlayan babasına gözleri parlayarak cevap vermeye hazırlanırken, babası, ''okulun son günü... tatil başlıyor... heyecanlı mısın?'' diye devam edince, onun da unuttuğunu düşündü. Babasının bunları söylerken, annesine göz kırptığını görmemişti.
     O sene okul üçüncüsü olmuştu. Karnesini ve takdirnamesini annesi ve babasıyla birlikte aldı. Ama onların doğum gününü unutmuş olmaları, bu mutluluğuna gölge düşürdü. Okuldan çıktıktan sonra, şehrin en ünlü oteline yemeğe gittiler. Nasıl da neşeliydi ikisi de. Onun ne kadar üzgün olduğunun farkında bile değillerdi. Yemeğin sonunda, babası, ''sana birşey göstermek istiyorum'' dedi ve onu ikinci kattaki balo salonuna götürdü. Salonda telaşlı bir çalışma vardı. Anne ve babasına soran gözlerle baktı. Onu kendine doğru çekip, elini omuzuna atan babası, ''neden bu telaş biliyor musun?'' dedi. ''Çünkü, bu akşam burda, okul üçüncüsü olan, anne ve babasının gözbebeği küçük bir kızın doğum günü kutlaması var''. O ünlü otelin balo salonundaki doğum günü kutlamaları o gün başladı ve o 18 yaşına gelene kadar her yıl tekrarlandı. O seneki doğum gününün, kutlanan son doğum günü olduğunu bilmiyordu henüz.
     18 yaşında onunla tanıştı... Onun ve annesinin şoförlüğünü yapmak için işe alınmıştı, çok yakışıklıydı ve kendisinden tam 18 yaş büyüktü. En yakın kız arkadaşının uyarılarını umursamadan herkesten gizli bir ilişki yaşamaya başladı. Öyle aşıktı ki, gözü hiçbir şey görmüyor, o ne derse onu yapıyordu. Yaklaşık altı ay sonra, sevgilisinin ısrarıyla anne ve babasına ilişkisini açıkladı ve evlenmek istediğini söyledi. Önce sakin bir şekilde bunun mümkün olmadığını anlatmaya çalışan babası, onun kararlı tutumu karşısında sertleşti..Sevgilisi işten kovuldu ve onun da uzun bir süre dışarı yalnız çıkması yasaklandı.
     Kabullenmiş görünüp, olayın unutulmasını beklerken, sevgilisiyle gizli gizli haberleşiyordu. Yasağı kalktığında tekrar buluşmaya başladılar ve bir gün genç adamın ''birlikte uzaklara gitme'' teklifini hiç düşünmeden kabul etti. Her zamanki gibi o ne derse onu yaptı; Bankadaki parasını ve bütün mücevherlerini alarak çıktı evden ve sonunu bilmediği bir maceraya atıldı.
     Uzak, çok uzak bir şehire gittiler birlikte... Ailesinin ve polisin çabaları sonuç vermedi. Sürekli yer değiştirmeleri bulunmalarını zorlaştırıyordu. Gönüllü bir kaçaktı artık ve bundan hiç şikayetçi değildi. Önce bankadan çektiği para ardından da tek tek sattıkları mücevherler bitti. Parasızlık sevgilisinin gerçek yüzünü ortaya çıkarttı. Onu seviyormuş gibi görünmekten vazgeçmişti artık. Ailesinden para istemesini teklif ettiğinde şiddetle karşı çıktı ve ''ben artık onların yüzüne bakamam'' dedi. Aradan o kadar uzun bir süre geçmişti ki, anne ve babasının da onu aramaktan vazgeçtiklerini düşünüyordu artık. 
     Bir sabah yalnız uyandı. Sevgilisi bir not bile yazmadan terketmişti onu. Son zamanlarda sıklaşan epilepsi krizi o gün sokakta, iş ararken yakaladı onu. Gözlerini bir devlet hastanesinde açtı... Ağır bir krizdi. Üç gün sonra çıktı hastaneden. Bitkin bir halde eve geldiğinde evin boşaltılmış olduğunu gördü. Sevgilisi sadece bir yatak bırakmış bütün eşyaları almıştı o yokken. 
     Ertesi gün yine iş aramaya başladı. Farkında olmadan yapmaya başladığı dengesiz hareketler işe alınmasını engelliyordu. Boş bir evde, yalnız ve kendi kendine atlattığı epilepsi nöbetleriyle geçen bir ayın sonunda, kirayı ödeyemediği için evden de atıldı. Sağlıklı düşünemediği için ailesini aramak gelmedi aklına. 
  Gidecek hiçbir yeri ve kimsesi olmadığını düşünüyordu. Sokaklarda yaşamaya başladı. Kendi kendine konuşarak, giderek de bağırarak başlayan hastalığı kısa sürede ilerledi. Ne kim olduğunu ne de nerede olduğunu biliyordu artık. Küçük şehrin en büyük caddesinin bir köşesini mesken tuttu kendine. Durmadan mırıldanıyor, bazen bağırıp-çağırıyor, gelen geçenden sigara istiyor, alay eden olursa da kızıp başını duvarlara vuruyordu. Eski yaşamından aklında kalan tek anı belli ki, o görkemli doğum günleriydi... Çünkü, acıyıp para veren herkese, ''akşam otelde doğum günüm var... Sizi de beklerim... Ama sakın hediye getirmeyin, kızarım'' diyordu. O artık ''mahallenin delisi''ydi.
     Birkaç esnafın karnını doyurması dışında ona hiç yardım eli uzanmadı. Çocuklar korktular ondan büyükler de alay ettiler hep. Bazılarının alay etmekle kalmayıp defalarca tecavüz ettiği ortaya çıktığında artık çok geçti; Anne-babasının ''pamuk prensesi'', kaybolduktan yıllar sonra bir çöplükte bulundu. Defalarca tecavüze uğramış ve başı kesilerek öldürülmüştü.    
Tweet This

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder